Urartu ya da kendilerinin tabirleriyle ‘Biainili’ ülkesi kralları hüküm sürdükleri MÖ 9-7’nci yüzyıllar arasında çevre coğrafyalarda bulunan halklara karşı özellikle yağma amaçlı yoğun askeri seferler düzenlediler. Bu seferlerde el konulan koyun, sığır, at, maden, takı, giysi gibi tüm ganimetleriyle esir edilen yerli halklar veya kabileler krallığın merkezi başkent Tuşpa (Van Kalesi) başta olmak üzere Urartu merkezlerine sürüldü. Aslında insan toplulukları arasında çok eski bir davranış olan yağma ve mağlup halkların sürgünü Orta Doğu’da kurulan düzenli ordulara sahip merkezi krallık veya imparatorluklar eliyle yüzyıllar içinde sistematik bir uygulamaya dönüştü. Asur Kralları; kabaca MÖ 1300-850 tarihleri arasında, Urartu Krallığı’nın kuruluşu öncesinde Urartu coğrafyasındaki kabile ve halklara karşı kesintisiz olarak yağma ve zorla yerinden etme politikası uyguladılar. Bundan sonra yeni şekillenen Urartu Krallığı’nın kurucuları da dönemin emperyal güçleri gibi askeri seferlerle elde edilen ‘ganimetler’ üzerine şekillenen bu ‘yağma ekonomisi’ modelini benimsediler. Urartular; ganimet üzerine şekillenen bu modeli, çoğu krali uygulamalarını da kopyaladıkları güneydeki güçlü rakibi Asur’dan etkilenerek pratiğe döktü. Bu etkileşim her iki gücün krallarının benzer hatta klişe haline gelmiş propaganda niteliği taşıyan savaş ve yağma ifadelerinde de görülebilir.
Yaşamları büyük ölçüde sahip oldukları hayvan sürülerine ve sınırlı tarımsal araziden elde edilen ürünlere bağlı olan kabileler için ilkbahar, hayvanlarını otlatma ve uzun geçen kış mevsimine hazırlığın başlangıcıydı. Buna karşın sefer anlatılarına bakıldığında Urartu kralları ve askerlerine göre ilkbahar, yeni seferler ve en önemlisi de yağma demekti. MÖ.I.Bin’in ilk yarısında Transkafkasya yaylalarından Zagroslara, Yukarı Fırat Havzası’ndan İran’da Erdebil’e geniş ve dağlık coğrafyada yaşayan kabileler ve yerli halklar karşılarında aniden beliren metal zırhlı atları ve askerleri ile sayıca üstün Urartu kralı ve ordusunu buldular. Çoğu topluluk bu durum karşısında sahip oldukları her şeyi kaybetti. Elbette biz bu bilgileri kralların övünerek anlattığı başkentteki kronikler ve sefer yazıtlarından biliyoruz. Krallar dışında Urartu eyalet valileri de seferler düzenledi. Örneğin, bir Asur tabletinin bildirdiğine göre Urartu Valisi Andaria bugün Yukarı Dicle havzasına (Batman-Diyarbakır) lokalize edilen Asur’a bağlı Šubria Ülkesine karşı başarısız bir saldırıda bulunur. Asur istihbaratına göre bu baskın Urartu Valisinin başının kesilmesi ile son bulur. Urartu’nun güneyindeki zorlu düşmanı Asur’un egemenliğindeki toprakları yağmaladığına dair kendi yazıtlarında bazı anlatımlar olsa da bunlar muhtemelen bu iki güç arasındaki sınır bölgelerinde yapılmış küçük çaplı baskınlardı. Urartu asıl askeri harekat ve yağma seferlerini krallığın kuzeyinde kalan Erzurum-Kars-Şirak platolarından Sevan Gölünün etrafı hatta ötesine uzanan topraklarda yaşayan Diau, Etiu, Uduretiu gibi federasyonlara bağlı kabilelere karşı düzenledi. Yine krallığın doğusunda Nahçıvan Ovasından Ahar Vadisine uzanan Puluadi Ülkesi, Sabalan Dağı ve çevresini kapsayan Arḫu Dağı yöresi, batıda Urme (Muş Ovası ve güneyi), Alzi (Bingöl-Elazığ hattı) ülkeleri ile Yukarı Fırat Havzasındaki lokal Geç Hitit yapılanmalarından Militia (Malatya/Arslantepe), daha güneydeki Qumaḫa (Kummuh-Adıyaman) gibi yerler Urartu askeri seferlerine maruz kaldılar. Urartu tüm bu ülkeleri, boy ve klanları güçlü ordusu ile ezdi.
Bazı ülkeler sadece vergilere bağlandı. Bazıları ise tüm varlıkları ile yağmalandı ve halkı sürüldü. Yağmalanan topraklardan sürülen yerel nüfus, yazıtlarda Urartuca ’aše=erkek, MUNUSṷediani veya MUNUSlutu=kadın, LÚubše=çocuk/ergen ve LÚgunuši=savaşçı şeklinde ayrılarak özellikle sayılarıyla birlikte verilmiştir. Seferlerde genellikle erkeklerin bir kısmının öldürüldüğü bir kısmının sürüldüğü, kadın ve çocuklarının ise tümünün sürüldüğü vurgulanır. Sürgünlerin Urartu’nun kurucu kralları olarak bildiğimiz İşpuini ve oğlu Minua dönemleri ve bunu takiben I. Argişti ve onun oğlu II. Sarduri dönemlerinde zirveye çıktığını görüyoruz. Tüm Urartu yazıtlarına bakıldığında Urartu Kralları tarafından toplamda 25 bin 322 erkek, 171 bin 868 veya başka bir görüşe göre 214 bin 369 kadın, 186 bin 461 çocuk, 28 bin740 savaşçı sürüldü (Grekyan 2018). Bunlar net sayılar olmasa da dönemin olası nüfus yoğunluğu hesaplandığında yüksek rakamlardır.
ÖLDÜRÜLEN, PAYLAŞTIRILAN, SÜRÜLEN, KÖLELEŞTİRİLEN, ASİMİLE EDİLEN ‘SAVAŞ GANİMETİ’ İNSANLAR
Urartu yazıtlarından ele geçirilen topraklardaki insanların birer savaş ganimeti olarak görüldükleri, sefer sonunda kral ve askerler arasında paylaşıldıklarını öğreniyoruz. Kral kendisi için gerekli erkek, kadın ve çocuk esiri aldıktan sonra geri kalanını askerlerine dağıtır. Bu paylaşım Urartu yazıtlarına, askerlere paylarının ayrı ayrı verildiği ve esirlerin askerler tarafından götürüldüğü şeklinde belirtilir. Urartu ordusunda sefer sırasında kralın merkez askerlerinin yanında eyalet valilerinin de güçleri yer alırdı. Buradan eyalet güçlerinin de bu paylaşıma dahil olduğunu anlıyoruz. Böylece diğer yağmalanan ganimetlerle birlikte paylaştırılan kadın ve çocuklar başkentin yanı sıra krallığa bağlı farklı bölgelere de sürüldüler.
Bununla ilgili en çarpıcı örnek Urartu Kralı Minua’nın bugünkü Iğdır Ovası’nda bulunan Erkua boyu ve onun yönetim merkezi Luḫuini üzerine yaptığı askeri seferdir. Minua bu zaferi ona bahşeden tanrı Haldi için Muradiye/Begri Ovasındaki Pértak (Körzüt) Kalesinde bir susi tapınağı yaptırır. Bu tapınağın duvarlarındaki yazıtlarda Minua Erkua ülkesinden o güne kadar hiçbir kralın getiremediği kadar kadını başta Tuşpa olmak üzere birkaç kente sürdüğünden övgü ile bahseder. Lokalizasyonu tartışmalı olan bu kentlerden sadece Waltuquia’nın Urmiye Gölü’nün batısında yer aldığı aynı ismi taşıyan bir yer adından dolayı tahmin ediliyor. Yazıtta kadınların Tuşpa’da ve diğer kentlerde bulunan wašinie’lere? gurdari? olarak nakledildikleri yazar. Bu anlamı bilinmeyen Urartuca sözcüklerden ilki tam netleşmese de ‘harem’ olarak yorumlanır. Yine de Urartu’da Asur’daki gibi kurumsal bir haremin varlığından söz etmek için çok az bilgiye sahibiz. Aslında bazı Urartu krali merkezlerindeki kazılarda özel mekanlar ve değerli takılarıyla kadın iskeletleri tespit edildi. Nitekim buradaki kadınlar Urartu monarşisi ve yönetici sınıfına mensup olabileceği gibi bazıları da bu üst sınıflara hizmet eden veya üretim amaçlı tutulan sürgün kadınlar olmalı. Bu noktada Kral Minua’nın gururla anlattığı Erkua kabilesi kadınları örneğinde görüldüğü gibi sürülen kadınlar tam da bu nedenlerden dolayı başkent Tuşpa ve diğer Urartu merkezlerine dağıtılmış olabilir. Aslında Urartular yazıtlarında kendilerinden olan (Biainili) ve yabancılar (Luluini) ayrımını kesin olarak vurguluyorlardı. Ülke belirteci ile (KUR Sümerogramı) tanımlanan Biainili’li olmak bir ayrıcalığı temsil ediyordu. Bu yüzden örneğin Urartu merkezi Tuşpa’nın yükseldiği Van Ovası’nda bağ, bahçe, çiftliklere sahip kişi adları da yazıtlara yansır. Muhtemelen bu imtiyazlı nüfus belki de Urartu monarşisinin ait olduğu klana veya halka mensuptu ve bu sınıfın erkekleri gibi kadınları da statü sahibiydiler. Böylece özellikle Urartu sarayındaki hizmet ve üretim işlerinin yerli imtiyaz sahibi kadınlardan ziyade dışardan sürgün edilen kadınlara yaptırılmış olması daha akla yakındır.
Bu açıdan Asur Sarayı’na hizmet eden kadınların yürüttüğü çok sayıda işkolu olduğunu biliyoruz. Aynı şekilde Urartu yönetim merkezlerine bağlı olarak kadınların da bazı işlerde değerlendirildiğini görüyoruz. Bu konuda sıkça verilen bir örnek olarak MÖ 7’nci yüzyılın ilk yarısına ait Urartu’nun Toprakkale Sarayı’na (Rusaḫinili Qilbanikai) ait personel listesini sunan tablette 66 dokumacı kadının (66 MUNUSGADAD) varlığı bilinir. Tablet listesinde genellikle erkeklerin olduğu birçok meslek grubu içinde hadım sınıfı (LÚŠÁ.RĒŠI) kategorisinde değerlendirilen sözü edilen bu kadınlar krali ihtiyaçlar için dokuma işini yaptılar. Tabii bu işin dışında yazıtlara yansımayan kadınların yürüttüğü diğer işkolları da olmalı. Örneğin, yemek masasında oturan bir kadına hizmet eden, yelpaze tutan bazı kadın tasvirlerine bronz kemer ve plakalar üzerinde rastlıyoruz. Yine tasvirlerde hediye taşıyan, çarşaf veya yorgan seren, müzik aletleri çalıp oynayan çok sayıda kadın görülür. Bu kadınların giysileri hizmet ettikleri Urartulu ‘asil’ kadınlarınkinden farklıdır. Sınıfsal bir ayrımın göstergesi olarak statü sahibi kadınların aksine hizmet eden kadınların saçları başörtüsüz, kolları dirseğe kadar açık, takısız ve daha az süslü elbiselerle tasvir edilirler.
Kadınlar gibi sürgün çocuklar da Urartu’da krali hizmetlerde kullanılmış olmalıdır. Bu konuya ışık tutacak tek yazılı verimiz yine Toprakkale tabletidir. Tablette ‘2411 UKKIN-še (ubše)’ olarak okunan ve hadım kategorisinde verilen ‘2411 çocuk ya da delikanlı’ olarak çevrilen grup bize bir fikir verebilir. Urartu’da yenilen bazı düşman krallara uygulanan bir cezalandırma yöntemi olarak bildiğimiz hadım etmenin bu gruptaki çocuklara yapılıp yapılmadığını bilmiyoruz. Tabletteki hadım (LÚŠÁ.RĒŠI) unvanı ile muhtemelen Toprakkale Urartu sarayının hizmetinde olan bir görevli sınıfı tarif ediliyordu. Çünkü tablete göre 3 bin 784 kişi olarak belirtilen hadım sayısı bir Urartu sarayı için oldukça yüksek bir rakam. Her ne şekilde olursa olsun Urartu’da sarayın hizmetinde olan 2 bin 411 ergen çocuk büyük olasılıkla askeri seferlerle sürgün edilen çocuklardan oluşuyordu. Yağma sonucu el konulan kadınlar gibi çocuklar da Urartu merkezlerine dağıtılmış olmalı. Bu çocukların Tanrı Haldi kültünün ve Urartu krali monarşisinin birer muhafızı olarak yetiştirildiğini tahmin etmek zor olmasa gerek.
Toprakkale tabletinde geçen ister dokumacı kadınlar, isterse muhasebeci, köpek bakıcısı veya ergen çocuklar şeklinde tanımlanarak ‘hadım’ sınıfına dahil edilen bu görevliler Urartu sarayında o kadar güçlü bir hale geldiler ki bir Asur tabletine göre krala karşı bir saray darbesine giriştiler. Tablette; Urartu Kralı I. Rusa’nın kentte olmadığı bir zamanda hadım sınıfından terzibaşı Narage ve onunla beraber 20 hadımın isyan çıkardığı bildirilir. Bu tabletin yazarı olan Asur ajanına göre Urartu kralı bunun üzerine başkente döner, hadımlar ve bazı saray görevlilerinden oluşan 100 kişiyi idam ettirerek isyanı bastırır. Fakat söz konusu kalkışmaya karışan bir başka isim olan Urartu Başkomutanı Abliuqnu’nun kardeşi Ursene affedilir. Bu çifte standart ilk bakışta Abliuqnu’nun hem başkomutan hem de kutsal Muṣaṣir kenti yöneticisi gibi güçlü politik konumlarından kaynaklanıyor gibi görünüyor. Çözüm birçok saray hadımının ortadan kaldırılmasında bulundu. Çünkü muhtemelen Urartu sarayına hizmet eden hadım sınıfı halihazırda Biainili’li değildi bu da kitlesel bir katliam durumunda Urartu monarşisi ve iç dinamiklerinde bir itiraza veya kargaşaya yol açmayacaktı. Bu noktada Urartu merkezlerine sürgün edilen erkekler arasında savaşçıların Urartu ordusuna dahil edilip edilmediği ile ilgili bilgiye sahip değiliz. Bu Urartu için ilk bakışta bir avantaj olabileceği gibi zayıf durumlarda iktidara karşı tehlike de arz edebilirdi.
SÜRGÜN KİTLELERİN TOPLU KONUTLARI: AŞAĞI KENTLER
Çoğu kültürde olduğu gibi muhtemelen uzun süre yabancı olarak görülen savaş esirleri ve onlardan oluşturulan hizmet sınıfları Urartu yönetim merkezleri ve yerli yerleşimleri dışında ikamet ettirildiler. İçlerinde kadın ve çocukların da olduğu Urartu Sarayı’na hizmet eden iş kollarına mensup sınıfların tümünün krali merkezler olan iç kalede ikamet ettiğini söylemek zor. Çünkü çoğu sarp kayalık tepelere kurulan kaleler çok sayıda nüfusun barınması noktasında kapasite, su-gıda gibi yaşam malzemelerinin lojistiği gibi açılardan elverişli değildi. Burada Urartu Krallığı’ndaki sınıfsal ve toplumsal kastı da hesaba kattığımızda yazıtlarda sayıları binleri, yüzbinleri bulan savaş esirleri/sürgünleri ve bunlardan oluşturulan hizmet sınıflarının farklı noktalarda iskan ettirilmiş olmaları gerekir. Kale kapasitesi ve saray görevlilerinin sayısıyla ilgili çelişkiye en iyi örnek olarak Toprakkale’deki Urartu saray listesini sunan tablet verilebilir. Tablette sayıları toplamda 5 bin 507 kişi olarak verilen saraya hizmet eden farklı kategorilerdeki meslek grupları muhtemelen çoğu Urartu kalesinin yakınına kurulan daha düzensiz ve kaba bir mimari tarzda yapılmış ‘dış kent veya aşağı şehir’ olarak adlandırdığımız uydu yerleşimlerde ikamet ediyorlardı.
Urartu yazıtları yeni kurulan Urartu merkezlerinin hemen yanı başına inşa edilmiş bu kentlere işgal edilen topraklardan sürülmüş insanların yerleştirildiğine dair bazı önemli bilgiler sunar. Örneğin, Urartu Kralı I. Argişti, Yerevan Ovası’nda kurduğu Erebuni (Arin-Berd) kalesi için Hate (Yukarı Fırat Geç Hitit yerleşimleri) ve Ṣupa (Klasik Sophene/Elazığ-Dersim hattı) ülkelerinden 6 bin 600 kişiyi sürdüğünü bildirir. Bu insanlar kalenin imarından, yerel sarayın hizmetlerine, verimli tarım alanlarının krallık adına işletilmesine kadar birçok noktada çalıştırıldılar. Urartu’nun son dönem krallarından Argişti oğlu Rusa ise yazıtlarında çok farklı ülkelerden insanları Van Gölü havzası ve Yerevan Ovası’nda kurduğu merkezlere sürdüğünden övgü ile söz eder. Bu insanlar Asur (Šubria/Güneydoğu Anadolu), Etiu (Kars-Ermenistan), Ṣiluqu (Sisian-Zengezor), Tablani (Tabal/Orta Anadolu), Halitu (Kelkit Havzası?), Muški (Adıyaman ve Gaziantep?), Qainaru?, Targuni ? gibi ülkelerden göç ettirildi. Burada her iki kralın yazıtlarındaki anlatımlarda nüfusun tümüyle sürüldüğünü anlıyoruz. Yazıtlardaki anlatım Urartu krallarının sürgün politikalarının amacını da verir; merkezi krallığı ve yerel gücü besleyen yeni yerleşimler kurmak ve özellikle ekonomik ve askeri ihtiyacı sağlamak. Bu tip sürgünler Minua dönemi Erkua kabilesi kadınları örneğinde olduğu gibi sadece kadınlara dönük bir sürgün değildi. Bu insanlar muhtemelen aile birlikleri korunarak sürüldüler. Onlar yeni yerlerinde kale, köprü gibi mimari yatırımların yapımı yanında özellikle toprağı işleme gibi faaliyetlerde bulundular. Çünkü Urartu Kralları Van, Muradiye, Patnos, Yerevan-Iğdır, Urmiye gibi bazı verimli ovalarda yaptırdıkları üzüm bağları, meyve bahçeleri, tahıl ekimi ve sulama kanallarının yoğun bir insan gücüyle verime ve bol ürüne dönüşeceğini biliyorlardı. Sürülen nüfus arasında kalifiye olanlar veya yukarıda sözünü ettiğimiz saraya hizmet eden sınıflar Urartu kalelerinin aşağı kentlerine yerleştirildiler. Ayanis iç Kalesi ve hemen doğusundaki Güneytepe dış kent yerleşimi her yönü ile Urartu elitlerinin ve onlara hizmet eden sürgünlerin yerleşim ve yaşam şeklini göstermesi açısından oldukça çarpıcı bir örnektir.
URARTU ÜLKESİNDE; İSKAN, ASİMİLASYON VE ZORUNLU ÇALIŞMA KISKACI
Elbette sürgün, nüfusa biçilen sosyal rol ve yerleşim sistematiği Urartu eyalet yöneticileri ve onların payına düşen sürgünler için de geçerliydi. Son olarak Urartu askerlerine dağıtılan esirlerin bir kısmının daha küçük çiftlik ve köylerde hayvancılık, tarım ve ev işlerinde de çalıştırıldığını tahmin edebiliriz. Sonuç olarak Urartular da eski Yakın Doğu krallıkları gibi büyük ölçüde sürgün ve yağma seferleri düzenlediler. Savaş ganimeti olarak gördükleri kitleleri bir anda yurtlarından ve yaşam biçimlerinden koparıp, kurdukları merkezler etrafında zorunlu iskana tabi tuttular. Urartu kültürünü bilen veya onlara yakın toplulukları saymazsak çok uzak coğrafyalardan sürülenler muhtemelen dillerini, tanrılarını ve bütün olarak yaşam biçimlerini bilmedikleri farklı bir kültürle karşılaştılar. Bu kitlelerin uyum ve kendilerine biçilen roller dışında başka seçenekleri yoktu. On binlerce insanın getirildikleri yerlerde kendi dillerini ve kültürlerini sürdürüp sürdürmediklerini de bilemiyoruz. Muhtemelen bu insanlar günümüzdeki ulus-devletlerin yaptığı gibi sistematik bir asimilasyon cenderesinden geçmediler. Dilleri geldikleri baskın toplumların dilleri arasında eridi. Belki de inanış açısından zorlanmadılar ki onlar da Urartular gibi dönemin politeist, doğa ile sıkı ilişkili pagan karakterde inançlara sahiptiler. Kaldı ki Urartu krallık panteonu da farklı coğrafyalardaki lokal tapınım gören çok sayıda ilahi figürü barındırıyordu. Hatta Urartuların son dönemlerinde düşmanları olan Asurların baştanrısı Asur için de kurbanlar kesildiğine tanık olmaktayız.
Evet göçmenlerin inançlarını yaşamalarına izin verdiler fakat bu noktada Urartu Krallarının kamusal bir çabaya girdiğini söylemek zor. Buna rağmen Urartu Kralı I. Argişti’nin Erebuni kentinde adına susi tapınağı yaptığı tanrı İubša’nın bir Luwi tanrısı olduğu ve bu tapınağın Erebuni’ye, Ḫate ve Ṣupa ülkelerinden sürülen nüfusun dini inanışının gözetilerek yapıldığı öne sürülür. Asurların bazı askeri seferlerde yenilen ülkenin tanrı heykelleri ile beraber kültlerini Asur’a taşıdığını biliyoruz. Fakat burada zorla yerinden edilmiş, aşağılanmış bir kitlenin ihtiyacı için hele ki bir Urartu krali merkezinde tapınak yapılması biraz zorlama bir iddia gibi görünüyor. Dolayısıyla İubša adına Çavuştepe Kalesinde susi tapınağı yapılan Hawasor (Gürpınar) Ovasının tanrısı İrmušini örneğinde olduğu gibi Yerevan Ovası’nda (Waza Ülkesi) tapınım görmüş lokal bir tanrı olmalıdır.
Sürgünler dolayısıyla göç ettirilenler ile Urartu coğrafyasının yerli nüfusu arasında demografik ve kültürel kaynaşma olduğu gibi çatışmalar da yaşanmış olması ihtimal dahilinde. Bu çelişkilerin Urartu’nun güçlü krallık otoritesi tarafından idare edildiğini düşünebiliriz. Göç ettirilen kitlelerin nihayetinde kendilerine biçilen yaşam tarzına ve statüye razı olma, baskın dil ve kültür içinde asimile olma dışında bir seçenekleri yoktu. Yaşadıkları köyler veya yaylalardan koparılan insanlar için bu korkunç bir son olmalı… Günümüzde moda bir söylem olarak, “tarihe bugünün gözlüğü ile bakılmaz” sözünü çoğu zaman doğru bulmuyorum. Bu özellikle yüzyıl önceki eli kanlı diktatörleri veya yaptıkları sürgün ve katliamları aklamaya yönelik zavallı beyhude bir çabadır. Bugünün gözünden de tabii ki değerlendirme yapabiliriz. Çünkü göçe zorlananların yaşam koşulları ve hayatta kalma çabalarıyla, muktedirlerin siyasal erk hesapları arasındaki salınımda o günden bugüne belki de hiçbir şey değişmedi!
*Heidelberg Universität, Institut für Ur- und Frühgeschichte und Vorderasiatische Archäologie (IIE SRF Fellowship), Dr.
(KÜLTÜR SANAT SERVİSİ)